6 Ocak 2011 Perşembe

Cherish the Life We Live


Roma'nın en güzel yanı kötü bir şey yiyememek. En ucubesinden en şık restoranına kadar her yerde farklı tatlar bulmak. En kötü yanı ise kahvaltı öğünü ve sebze sıkıntısı. Yoksa şarabın, peynirin güzelini tadıp ömür boyu pizza, makarna çeşitleri ve risotto yemeye varım!



Navona'da rucola,mozzarella,pomodoro,funghi pizza yedikten sonra enerji artıyor tabiki. Via Del Corso sonunda Rinascente'nin yanındaki pasajda macchiato ve ufak tadım tiramisu uçurtma etkisi yapıyor. Gnocchi karbonhidrat deposu olduğu için uzun süren açlıkların sonunda yetişiyor. Ravioli ve formaggio,ham tabağı şaraba zevkle eşlik ediyor. Bir de yanınızda yemek kitabı yazan Patrick Süskind'in Koku kitabı için esin kaynağı olan bir anneniz varsa masaya sızma zeytinyağı ve taze fesleğen yaprakları geliyor.



Ciambelle ve kahve kahvaltının açılışı, panini ekmeğine karışık sebze, domates ya da dil peynir ve prosciutto crudo kombinasyonu çok yakışıyor.



Breezer ve çerez hem bira gibi mayhoş bir etki yaratmadan içinizi ısıtıyor hem de gelecek öğün öncesi aperatif görevi görüyor. Martini Şampanya'nın en büyük dostu ise çilek ve çikolata.. Bunun dışında Chianti D, Frascati ve Chardonnay her öğünün dostları..

Antico Caffe Greco'da macchiato ve limonlu tart en az Spagna'daki Via Delle Croce'deki Cafe Ru'nun Limonlu keki kadar güzel. Bu bahsettiğim iki mekan birbiriyle kıyaslanmaz tabii  ki. Biri Roma'nın en eski cafe'lerinden diğer ise daha çok gençliğin mekanı diyeceğimiz türden modern tasarımlı ufak bir cafe&pub.



Babington's Tea House İspanyol merdivenlerinin yanında kahve dominantlığına son vermek için hazır. Envai çeşit çay var bünyesinde ama yine de bir limonlu demleme çayın yerini tutar mı diye arabesk bir cümle kurmasam olmaz

Sonuç olarak yine bir İtalya dönüşü akılda en çok kalan yiyecekler oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder