31 Mayıs 2010 Pazartesi

Miller Freshtival'da Mika Esintisi

Şahane bir hava. Kapalı bir gökyüzüne rağmen usul usul esen rüzgar. Sadece eğlenmeye ve keyifli vakit geçirmeye gelen yaş ortalaması 25 olan bir topluluk. Tüm bunlar Cumartesi akşamı Maçka Küçükçiftlik Park'ta düzenlenen Miller Freshtival'daydı.

Fetih kutlamaları ile yankılanan İnönü'nün ağırlığının aksine Maçka'da Lunapark'ın yanındaki bu sevimli parka gelen herkes tahminim "Yeni bir Freddy Mercury mi doğuyor?" sorusunu sormuştur kendine. Mika birkaç senedir şarkıları liste başı olarak çalan eğlenceli bir kişilikti benim için. Ama Cumartesi gecesi sahnede ne kadar devleştiğini görünce Michael Holbrook Penniman Jr.'a hayran olmadan edemedim. Öyle geniş bir ses aralığı var ki Queen solisti Freddy Mercury'e olan benzerliği ortaya çıkıyor. Oysa kendisini sahnede değişik enstrümanlar çalarak ve sesinin farklı tonlarını ortaya çıkararak Mika olarak farklılaştırmak istiyor.

Herşeyin 'ölçülü' olduğu gecede müziğin de 'ölçülü' olması ise tek handikaptı zira bu müthiş sahne şovu 00:00'da müziğin kısılması gerektiği için sadece bir buçuk saat sürdü. Kulaklarımda en sevdiğim şarkısı  Happy Ending ve yüzlerce kişinin bir arada söylediği şu şarkı kaldı:

"Teenage dreams in a teenage circus....We are not what you think we are, we are golden, we are GOLDEN!"

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Yaz Bitti

Bu aslında sonunda yazılması gerekenlerin başta yazılacağı bir yazı. Hayat akıp giderken ve havanın durumu, derecelerin iniş çıkışları yönetirken hayatımızı zaman da bir şekilde buluyor yolunu. Farenin kazdığı çukurun bir diğeri gelince ona kolaylık yaratması gibi...

Yaz gelince tüm unutulanlar; denizin kokusu, dalgaların sesi, mangalda çıranın ve kozalakların çıtırtıları, gölgesine sığındığımız çam ağaçları, üstümüzü sapsarı yapan nilüfer ağacı tozları, akşamüstü çayları, enfes uzun boylu kahvaltılar, o kahvaltılarda eksik olmayan şeker tadında domatesler, açık hava sinemaları, bisikletin zil sesleri, ellerimiz buruşana kadar oynadığımızı havuzun saçlarımıza sinen klor kokusu, klorla tuzun, tuzla kumun kumla ufkun birleştiği o nokta. Sessizlik, kayıtsızlık, naiflik, hafiflik...

Annemin, babamın ve benim doğduğumuz ,en güzel mevsim Yaz'a Merhaba! Bu yaz çalışan, çalışmayan herkesin kendine küçük kaçamaklar,  huzurlu sığınaklar yaratması ve gözlerini kapatıp nerede isterse orada uyanması dileğiyle,

...Ve sonra hiçbir şey olmamış gibi,
Ağır, usul bir hazırlık başlar,
Uykuya başlar yeni bir mevsime

orda, burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını,
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular,
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine,
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter,
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık, ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz temiz, yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geriye...

(Murathan Mungan - Yaz Bitti )

Parmesanlı Ekmek Çubukları...


Sıcak bir yaz gecesi... Özenle hazırlanmış bir masaya oturmadan önce bir şişe şarap açtınız. Yanında
hafif bir şeyler gerek. Yazları alternatif çok. Ama mideyi önce hazırlamak lazım. Halis zeytinyağı, üzerine biraz mis kokulu kekik. Ve parmesanlı ekmek çubukları....
Denemek isterseniz Cream&White ile Alaçatı'da Ayşe'nin Dolabı'nda olacak :)

21 Mayıs 2010 Cuma

Chocolate Mousse


Mutfak Sanatları Akademisi (MSA) her hafta yeni lezzetleri internet sitesinden ve facebook sayfasından bizlere duyuruyor. Zamansızlığımızın içinde dönüp dururken MSA kurslarına çok isteyip katılamadığımız şu aylarda kendi mutfağınıza dalıp bu lezzetleri yaratabilirsiniz. İşte size iştah açan bir Chocolate Mousse tarifi:

Malzemeler:
3 adet yumurta sarısı
3 adet yumurta beyazı
250 gr. çiğ krema (tikveşli,sek)
250 gr. bitter çikolata
75 gr. toz şeker
100 gr. kestane şekeri püresi (isteğe bağlı)

Yapılışı:
1)krema ocağa alınır, kısık ateşte kaynama noktasına kadar getirilir, kaynama noktasına gelince ocağın altı kapatılarak çikolata ve şekerin yarısı ilave edilir ve çikolata eriyene kadar karıştırılır. Ilıklaşana kadar beklemeye alınır.

2)Yumurta sarısı ve şekerin kalan yarısı hafif kabarana kadar iyice çırpılır

3)Yumurta beyazı mixer ile köpük haline getirilir, burası çok önemli, çırptığınız kabı ters çevirince kabaran köpük dökülmemelidir.

4)Eriyen ve ılıklaşmış olan çukulata yumurta sarısına yavaş yavaş eklenerek hızlı bir şekilde çırpılarak karıştırılır, kestane şekeri püresi ilave edilir, en son yumurta beyazı ilave edilir ancak yumurta beyazı eklenirken çırpma teli veya mixer kullanılmamalıdır. Plastik pasta spatulası veya bir kaşık yardımı ile yavaş yavaş ve alttan üste doğru karışım birbirine yedirilir. Burada amaç yumurta beyazının kabarıklığını kaybettirmeden çikolataya yedirmektir. Eğer ki yumurta beyazı köpük kıvamını kaybederse mousse olmaz.

5)Dilediğiniz porsiyonluk kaplara koyup buzdolabında ortalama 5-8 saat dinlendirdikten sonra dilediğiniz meyva ile süsleyerek servis edebilirsiniz.

Facebook'ta Mutfak Sanatları Akademisi (City&Guilds Culinary Arts) grubuna katılırsanız yeni tariflere kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Şampiyon...

Ben Fenerbahçe taraftarıyım. Taraftarlığımın onmaz hale gelişi 3 yıl önce kızımla birlikte, evet ikimizin yalnız, Kadıköy'de bir Manisa- Fenerbahçe maçını izlememize dayanır. Orada Manisa'yı
6-0 veya başka bir çarpıcı skorla yenmemizden etkilenmedim, hayır! Orada başka bir havayı soludum, içim kabardı, gurur duydum. Zaten ondan önce iki kadının biletini alıp tribünde sinemaya
gelmiş gibi oturup bir show izlermiş gibi maç izleyebileceğini rüyamda bile göremezdim.
Bu haftasonu şampiyonluk maçı vardı. Her yer erken (tabii ki fazla erken) bir karnaval havasına bürünmüştü. FB iyi oynadı , ama olan oldu maç 1-1 bitti. Diğer yanda Bursa BJK yi 2-1 yendiği için şampiyon oldu. Biz FB liler çok üzüldük, kahrolduk, elimizden kayan şampiyonluğa. Maç sonrası bazı kendini bilmezlerin, ki bunlar her takımda var Türkiye gerçeği olarak, yaptığı taşkınlıklar da ayrı bir üzüntü kaynağıydı.

Bütün bunlar , bu durumda yaşanacak normal travmalardı. Ama asıl büyük şaşkınlığı maçtan daha sonra yaşadım. Aynı gece Gençlerbirliği'ne yenilen, güç bela 3. olan GS'lilerin, Bursa'ya yedek takımla, ve Bursa taraftarı olduklarını açıklayarak giden ve kalede büyük misavirseverlik sergileyen BJK'lilerin savaş çığlıklarını, coşkularını anlayamadım. Bursaspor' u tebrik edip efendice geriye çekilip ben nerede yanlış yaptım diye düşünmek yerine çılgınca Fb'lilerden ben de bir parça koparabilir miyim derdine düştüler. Spor anlayışı karşılaşmaları kazanıp onu bunu kızdırmak, geyik yapıp eğlenmekle sınırlı olan taraftar maalesef her takımda var. Ama bu anlayışta olmayan, sporu zevk için izleyenlerin de taciz edilmesi, hem de bu tarif ettiğim gruba girmeyen karşı takım taraftarlarının da bu linç kalabalığına katılması, olayın korkutucu boyutlarını sergiledi. Onmaz yaralar açıldı.

Bu kafalarla Türk sporu ilerlemez, sadece kendi başını ezer.....
Bu yazı cream&white'ta ne mi arıyor?
Biz temizlik, dinginlik, saflık dedik ya taa en başta,
İşte onun için...

Renkler


Dekorasyonda herşeyin krem ve beyazın üzerine giydirilen aksesuarlar olduğuna inanıyorum. Eğer fonda bu iki renk varsa istediğin tarza uyum sağlayabilir, sıkılınca radikal değişiklikler yapabilir ve tamamiyle yenilenebilirsin. Ancak aksesuar gibi renk değiştirmek sporda az rastlanan ve hoş karşılanmayan bir durumdur.

Hayır bu bir futbol yazısı değil. Ancak doğduğundan beri o iki renge gönül veren bir taraftarın yine renklerle konuşması.

Dün ilk kez Bağdat Caddesi'nde izledim Fenerbahçe maçını. Medeniyetin adım adım aktığı merkezde çocuğunu almış aileler, uzaklardan gelmiş güzel havanın ve neşeli atmosferin tadını çıkaranlar... Birkez daha anladım ki herkesin sahip olmak istediği bir duyguydu bu. Ve ben çok ama çok şanslıydım.

Dedim ya eğer taraftarsan ya istikrarlı olup seçtiğin iki renk ile mutlu olacaksın ve başarıyı/başarısızlığı paylaşacaksın ya da argo futbol lugatında 'dönek' dedikleri gibi başka renklerin zaferleriyle kendi tatsızlığını örteceksin. Ne yazık ki SüperLig'te büyükler kadrosunun o iki tozlu isminin taraftarları ikinci seçeneği tercih seçtiler.

Çok uzatmayacağım. Asıl anlatmak istediğim şudur. Profesyonel bir ruh oluşturmak istiyorlarsa sarı lacivert renklerin bir kez arasına karışıp o huzuru yaşasınlar. Asla sahip olamayacakları o mutluluğu. İster stada karışıp dangalakça anons yaptırsınlar, ister araya fitili sokup dünyanın en güzel statlarından birini yaksınlar.

Renkler bir kere karışırsa renk körlüğünden kimse kurtulamaz.

14 Mayıs 2010 Cuma

Utananlara Elmalı Tart

Başbakan Erdoğan açıklama yaptı ; 'Eşini aldatanları mağdur olarak kabul edip koruyacak değiliz' dedi. Şu anda bir elma gibi kızarmış durumdayım utançtan. Bir kadın olarak ben bu ahlak polisliği zihniyetinden utanç duyduysam, erkekler ne durumdadır bilemem! Çünkü aile kurumu içinde olanlar yalnızca o aileyi ilgilendirir bence. Kaldı ki kanıtlanmamış iddiaları bu şekilde kullanmak
apayrı bir elma durumu :)
Eskiden insanlar utanır, ve utanınca elma gibi kızarırdı yanakları....(Hala var bunlar ama daha az)
İşte kıpkırmızı elmalı bir tart tarifi:

ELMALI TART

200 gr. tereyağ
5 çorba kaşığı su
aldığı kadar un (yumuşak bir hamur olacak)

Yukarıdaki malzeme iyice karıştırılıp, yoğurulur. Hamur iki eşit parçaya ayırılır. 28 cm. lik bir tart kalıbına göre hamurlar açılır. Tart kabı yağlandıktan sonra birinci hamur serilir. Arasına 4 büyük elma ince dilimlenir, 1 çorba kaşığı tarçın, 1 dolu çay bardağı tozşeker, 1 çay kaşığı un serpilir. En üste ikinci hamur kapatılır. Hamurun üstüne iyice kızarması için biraz süt sürülür.
180-190 derecede üzeri pembeleşinceye kadar pişirilir.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Tatlı Ekşi Bir İstifa!

Biraz önce CHP lideri Baykal parti başkanlığından istifa etti. Ortalık çalkalanıyor.Kendimi bildiğimden beri siyasi arenanın aktörü olan Sayın Baykal'ın istifası benim içimi de karıştırmadı desem yalan olur. Hatalarına, kızdığımız bazı yönlerine rağmen sayılı dürüst politikacılardan biri olarak bildik kendisini. Rejimimizi tehdit eden acı gelişmelere karşı kalkandır dedik. Böyle bir ilişkisi olsa bile hiçbirimiz kimsenin ahlak polisi değiliz, yapılan çok ahlaksız bir komplo!
Ama son aylarda komplolar nice saygın insanın ayağını kaydırmadı mı? Umarım bu gelişme Türkiye ve demokratik sol için hayırlı sonuçlar doğurur.
Bu sözlere uyacak bir tarif size, hem ekşi hem tatlı, başı ekşi sonu tatlı...

LİMONLU PASTA

Krema : 2 yumurta
2 tepeleme çorba kaşığı mısır nişastası
10 çorba kaşığı tozşeker
2 limonun kabuğunun rendesi
derin bir kapta iyice karıştırılır.
1 çay bardağı limon suyu
4 1/2 çay bardağı su
ilave edilerek o da karıştırılır.

Orta ateşte koyu muhallebi kıvamına gelene kadar
pişirilir. Ateşten alınır, arada karıştırılarak soğuması beklenir. Soğuyunca bir küçük
paket krema içine karıştırılır.

300 gr. kedidili alınarak, yaklaşık 28x28 ölçülerinde bir kaba bir kat kedidili bir kat
krema olarak döşenir. en üstü krema ile sıvandıktan sonra üzeri limon dilimleriyle
süslenir.

Ekşisiyle, tatlısıyla güzel bir hafta dileğiyle...

Gece Gündüz Cream&White

Çok sık dile getirdiğim bir şeydir 'NTV olmasa biz şu an ne izlerdik?" sorusu. Tekel haline getirilen medya çöplüğünde ya mütemadiyen acı,dehşet haberleri yankılanıp gerçek gündem örtbas ediliyor ya da magazin programlarıyla beyinler boşaltılmaya çalışılıyor. Bu arbede içinde spor programlarında gece makyajlı bayan spikerleri, bol argolu, şivesi ağır basan yorumcuları da pek fazla izledik.

İşte tüm bu alternatifsiz çölde adeta bir vahaydı NTV. Bu yüzden NTV'nin yapı taşlarından Yekta Kopan ile tanışmak, kısa da olsa o güzel sesi araya ekran girmeden dinlemek bir zevkti.

8 Mayıs Cumartesi günü Fenerbahçe Lütfi Kırdar Tesislerinde gerçekleşen Blog Ödülleri 2010 ödül töreni öncesinde düzenlenen Twitter konulu panelin konuşmacısı Yekta Kopan, bizim neslin aşina olduğu Back To The Future serisinin Marty Mcfly'ı çok doğru bir konuya değindi. Üzerimizde ciddi bir korku imparatorluğu oluşturmaya çalışıyorlar. Bunu kırmak için yapmamız gereken işimizi her zamanki ahlak ve sorumluluk çerçevesinde yerine getirmek. Asla kısıtlanmamak. Ve Yekta Kopan NTV'yi bu korkuya alet olmadığı için seviyor, aynı bizim gibi.

Panel sırasında kendisine ilettiğim gibi Yekta Kopan'ı uzun uzun saatlerce dinleyebilirim. Çünkü belli kültür ve bilgi birikimine sahip, akıllı ve zevkli insanları özlüyoruz. Çalıştığımız yerde, izlediğimiz programlarda ve mecliste ne yazık ki bu gibi kişileri parmakla gösterir olduk. Elini altına attığı her işi büyük bir keyifle takip ettiğim Yekta Kopan'ın blog'una ulaşmak isteyenler için filucusu.blogspot.com'u ziyaret etmelerini öneriyorum.

9 Mayıs 2010 Pazar

Anneler Günü

Bugün 'anneler günü'. Çocuklarım İstanbul'da. Küçükken anneler günlerinde bana yazdıkları mesajları, resimleri hep topladım pembe kitabımın içinde. Onları çıkardım sabah, ve okudum tek tek. Hem güldüm, hem hüzünlendim. Pınar anaokulu'ndayken bir resim yapmış. O özetliyor bütün olayı. Çocuk annesinin karnında. Anne çocuğunu ne kadar büyürse büyüsün içinde saklamaz mı? O sevgi asla ve hiçbir şartta çıkmaz ta içinden. Sevgiyi hediyenin boyutlarıyla ölçenlerden olmadım hiç. Bir söz, bir bakış, bir hareket yeter vermeye mesajı. Ben de uzaklarda olsalar da hep aldım o mesajı ve çok şanslı olduğumu düşünüyorum :) Mesajını alan herkesin, anneler günü kutlu olsun, anne olsalar da olmasalar da...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Yaratıcı Zeka

Günümüzde dekorasyon ve tekstil alanında herşeyi rahatlıkla hazır olarak bulabiliyoruz. Artık o kadar çok alternatif var ki mobilyalar da buna ayak uydurdular. Değişik renk, fiyat alternatiflerinin arasından kendi tarzımızı oluşturmak mümkün. Ancak yaratıcı zeka biraz da bu yüzden ölmedi mi?

Her insanın bazı olmazsa olmazları vardır. Tam istediği ürünü bulamasa bile birtakım eklentiler ile onu customized olarak kendine özel yaptırır. Ancak benim yaratıcılıktan anladığım yoktan var etmek veya olmaz'ı olur yapmak olduğu için zevkine her zaman güvendiğim yakın arkadaşım Efe Yavuz'u bir kez daha takdir ettim.

Rumeli Feneri Garipçe köyünün girişinde mobilya ve metal eşyalarla dolu ufak bir çöplük bulunuyor. Şehir içinden ve dışından birçok insanın kahvaltı ve balık için akın ettiği Karadeniz'e nazır köyün sahil kesimindeki bu hengame her zaman ilgimi çekmiş ve sinirimi bozmuştu. Efe ise bu yığından parçalanmış olarak atılan bir koltuğu büyük uğraşlarla aradan çıkararak yenilemiş.

Kafamızda canlandırdığımız ne olursa olsun - bir mobilya, bir proje, bir fikir- istediğimiz zaman hayata geçirmemenin hiçbir mazereti yok. Amerikalı ünlü mimar Buckminster Fuller'ın dediği gibi, " There is nothing in a caterpillar that tells you it's going to be a butterfly."

Gereken sadece biraz öngörü ve biraz istek, hepsi bu 

4 Mayıs 2010 Salı

Hoşgeldin Bebek (:

Yıllar önce, daha ben lisedeyken, bir bebek doğdu. Ailede uzun zamandır doğan ilk bebek olduğundan çok sevdim kuzenimi. Arabasıyla gezdirmek bir zevkti. Bebek büyüyüp, küçücük bir kız olunca, pırıl pırıl akıllı gözleriyle peşimde 'Semacım' diye dolaşmaya başladı. O zaman ben artık İstanbul'da üniversitedeydim. Her tatil bitiminde beni İstanbul'a geçirmeye gelirdi. Yıllar geçtikçe onunla çok şeyler paylaştık. O benim küçük kız kardeşim oldu. Evlendi, bana nikah şahidi olma onurunu tattırdı. Yaklaşık dört yıl önce minik oğlu, Mert'i karşıladık sevinçle. Ve bu hafta başında, 3 Mayıs'ta Can bebek geldi. Onu henüz görmedim, yarın heyecanla İstanbul'a gidiyorum görmek için. Uzun, sağlıklı güzel bir yaşam sana Can , tüm ailenle birlikte :)

2 Mayıs 2010 Pazar

İzmir Canım İzmir


İnsan yaşadığı şehrin kıymetini yıllarca içinde yaşayıp,tüm nimetlerini kanıksadıktan sonra, tekrar anlayabilir, tekrar aşık olabilir mi? Olabiliyormuş, evet!

Ben İzmir'i çok sevdiğimi yeni keşfettim. Her sokağın sonunda denize ulaşmasını, vapura binince ne trafik ne gürültü zahmetsizce karşı yaka'ya ulaşılmasını, canın çekince yarım saatte Urla'sına, bilemedin bir saatte Çeşme'sine, Alaçatı'sına varılmasını, insanların akşamüstü iş çıkışı veya haftasonları Kordon'da denize karşı keyif yapmasını, hava azıcık ısındığında şortları çekmesini, kadın erkek herkesin özgürlüğüne toz kondurmamasını çok çok sevdiğimi anladım. Başka şehirlere gittiğimde, 'İzmirliyim' dediğimde insanların 'ahhh ne şanslısınız' demesinden gurur duydum. Varsın bize 'gavur İzmir' desinler, varsın kimyamızı bozmaya çalışsınlar. İzmir'in fiziği o kadar düzgün ki, kimya sıfır olsa karne notu 10 :)


Yaşamaya Karar Verdik


Bu blogu oluştururken önsözü 'temizlik,saflık, dinginlik' şeklinde kullandık. Bunları hissettiğimiz değişik konularda birşeyler paylaşmaya çalıştık. Şimdi
ürettiklerimizi tamda bu tanıma uygun bir mekanda , Alaçatı'da sevgili Ayşe Veryeri'nin dükkanı 'Ayşe'nin Dolabı'nda hayata geçirmeye karar verdik.
Ayşe'nin yeni taşındığı dükkanında dokunmaya kıyılamayacak kadar güzel ve albenili ketenlerinin bulunduğu ortamda biz de Cream&White olarak küçük bir köşeye yerleşeceğiz. 'Temizlik, saflık, dinginlik' ve tabii ki lezzet arayanlar için...