29 Eylül 2010 Çarşamba

Jan Eleni
























Hani hiç tanımadığınız o yabancı size hangi takımı tuttuğunu söyler ve renkleriniz tutuyorsa aranızda olumlu bir ilk intiba oluşur ya. Krem ve beyaz renkleri baskın tutan her tasarımcı algıda seçiciliğin etkisiyle olsa gerek gözüme hoş görünüyor. Dünyanın diğer ucundan yakalıyorum onu. Portfolyosu benim için kutsal oluyor. Jan Eleni de bunlardan biri.


Anneannesinin göz zevki ve stilinin O'na miras kaldığını düşünen Jan Eleni NYC doğumlu. New York'ta 9th Street'te açtığı küçük dükkanla adını duyurmaya başlamış 90'larda. Sonra editörler, stilistler, ünlüler ve dolayısıyla gelen şöhret. O dükkan büyüyor ve 2004'te çocuk odalarına odaklanarak kendi tarzını oluşturduğu şirketi kuruyor. Bence yaptığı işler gerçekten görmeye değer.

28 Eylül 2010 Salı

27 Eylül 2010 Pazartesi

Lezzetli Fotoğraflar




Pazar günü kendini tamamen dinlenmeye adarsın ve Joy FM / Radio Paradise yayınına kendini bırakırsın ya. Ve kendin yapmadığın bir listede birden en sevdiğin şarkılar çalmaya başlar. Tracy Chapman, "if not now..." diye söze girer, Frank Sinatra "regrets? i had a few.." diye devam eder, Jay Jay Johanson "I could be your friend, I could be your stranger" der, Nina Simone " what destiny holds for me,let me see.." diye bitirir.

Bu şarkılara sabah çift sarılı yumurta, öğlen şeker tadında amasya elmaları, akşamüstü sıcak çukulata ve ufak bezeler eşlik eder. Lezzetli fotoğraflarla yeni haftaya mutlu ve enerji dolu girilir. Ve Eylül 2010'u geri bırakacağımız son 4 gün başlar.

Sınırsız Seramikler


























Ünlü seramik sanatçısı Kathleen Hills'in koleksiyonu sınır tanımayan, ilginç tasarımlarla dolu. Eski ve yeniyi harmanlayan seride en beğendiğim fotoğraftaki şekerlik takımı.


Central St. Martins ve Royal College of Art'ta mezun olan Hills 2002'de kendi şirketini kurarak tasarımlarına devam ediyor.









Tasarımların tümüne bu adresten ulaşabilirsiniz.
http://www.kathleenhills.co.uk/stockists/index.php

21 Eylül 2010 Salı

Bağbozumu






















              Ağustos sonundan Ekim ortasına kadar büyük bir heyecan başlar bağlarda. Kimi zevk için kimi meraktan bağbozumu turlarına katılır, tadımlar, oluşum aşaması, kızarmış üzümlere dokunma, baş döndürücü kokular... Ben bağbozumunun 1. aşamasındayım şu an. Fotoğraftaki masaya oturmuş tam merkezde konumlanan bağ evinde kahvaltı yapıyorum. İlk gördüğüm anda bu hissi uyandırdı bembeyaz masa. Asmalar çevreyi sarmalamış, güneş henüz bizi terketmemişken, sonbahar yazın ardından insanı arafta bırakıyorken en güzel aktivitelerden biri bağbozumu festivallerine katılmak.


Food and Travel'da bağbozumu şöyle açıklanıyor: "Bağbozumuna katılan bir şarapsever, üzümün sır ortağıdır." Elazığ, Kapadokya, Mardin ve Denizli Ekim'in ilk haftasındaki bağbozumu gezilerinde en favori şehirlerden. Bir an önce şarabın peşinden gidip farklı yerler keşfedin.  (self-note)

20 Eylül 2010 Pazartesi

Heaven's Here On Earth



















İnanç açıklanamayan, göze batırılmayan, saf, kişisel ve ansız bir olgudur. Bu yüzden özeldir. Ve bu yüzden sevmiyoruz hırslar uğruna alet edilmesini. Tracy Chapman, New Beginning(1995) Heaven's Here On Earth şarkısını bu dünyayı hırs ve nefretten arınmış bir şekilde yaşayan insanlara armağan ediyor.


You can look to the stars in search of the answers
Look for God and life on distant planets
Have your faith in the ever after
While each of us holds inside the map to the labyrinth
And heaven's here on earth

We are the spirit the collective conscience
We create the pain and the suffering and the beauty in this world
Heaven's here on earth

In our faith in humankind
In our respect for what is earthly
In our unfaltering belief in peace and love and understanding

I've seen and met angels wearing the disguise
Of ordinary people leading ordinary lives
Filled with love, compassion, forgiveness and sacrifice
Heaven's in our hearts

In our faith in humankind
In our respect for what is earthly
In our unfaltering belief in peace and love and understanding

Look around
Believe in what you see
The kingdom is at hand
The promised land is at your feet
We can and will become what we aspire to be
If Heaven's here on earth

If we have faith in humankind
And respect for what is earthly
And an unfaltering belief that truth is divinity
And heaven's here on earth

I've seen spirits
I've met angels
I've touched creations beautiful and wondrous
I've been places where I question all I think I know
But I believe, I believe, I believe this could be heaven

We are born inside the gates with the power to create life
And to take it away
The world is our temple
The world is our church
Heaven's here on earth

Minimalist Banyolar



Yaşanmışlığı olan odaları seviyorum. Üzerine oturunca tedirginlik duymadığım koltukları, dergilerin bir köşede sıralanmasını, diken üstünde olmamayı, kirlenir diye kullanmaktan korkmayacağın objeleri. Ama bazen en az eşya en yeterlisidir. Herşeyi apaçık çevrende görmek istersin. Temiz, ferah ve ıvır zıvırlardan arınmış banyolar geniş alanlar yaratmayı da sağlıyor. Resimdeki banyo hiç tarzım olmasa da ender beğendiğim  minimalist alanlardan.




Özellikle odaya dahil küçük banyolar için yukarıdaki tasarımlar ideal. Fransız tasarımcılar Ronan & Erwan Bourroulec bu banyoları Alman markası olan Axon için tasarlamışlar. Sonuç: 85 objeden oluşan bu seri ortaya çıkmış. Hepsi çok fonksiyonel ve farklı alanlara uyarlanabilir.

16 Eylül 2010 Perşembe

Bermuda Bay




Bermuda Bay, Florida'da muhteşem bir ev. Reenkarnasyon için akşamüstü saatlerini bekliyor. Sadece mum ışığı ve iç mekan köşe lambalarıyla loş bir aydınlık yaratılıyor. İnsanı alıp uzaklara çekip götürmek için mükemmel bir mekan

You Don't Have to Be Neat to Be My Home





































Prince Rogers Nelson başlıkta bu alıntıyı yaptığımı görse muhtemelen bana karşı çok hoş duygular beslemezdi. Ama bu evde 'asla bunu gelecekte evimde kullanmam' diye o kadar çok obje var ki buna rağmen çok fazla beğenmiş olmamım Pastel Uyumu gibi zıtlıkların ahengine bağlıyorum. Süper bir yaşama alanı ortaya çıkmış sonuç olarak.


Simris Österlen, İsveç'te konumlanan bu yazlık ev Jonas Svensson ve Tomas Akesson çiftine ait. En son 1950'de tadilat geçiren bu evi tekrar toparlamak 1 yıllarını almış. Jonas IKEA'da çalıştığı için mobilyaların ve amerikan servislerin altında IKEA imzası olduğu göze çarpıyor. Sosyalleşip, özgürce misafirlerini ağırlayabilecekleri bir ev yaratma hedefiyle yola çıkıp çok da başarılı olmuşlar.

Yazının orjinali için: visit http://style-files.com/2010/09/09/a-swedish-holiday-home/

Pastel Denge



Renklerin içine boğulup ortamı dağınık gösteren dekorasyon alternatifleri görüyoruz çoğu yerde. Patchwork ile, metali, metal ile beyazı, renkli yastıklarla deri koltuğu kombinleyen ve içinden çıkamayan örnekler. Yukarıda pastel tonlarıyla bezeli ev ise adeta bir denge merkezi olduğu için bugünkü favorim. Rachel Withing'in fotoğrafladığı ev the-stylefiles.com'da Daniella de Lange'nin hayran olduğum keşiflerinden sadece bir tanesi.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Marie Antoinette'nin Bahçesinden


Eylül çiçekleri yağmuru özlemiş, yaz begonvilleri ise rüzgara direniyor. Çiçeklerle duygusal bir bağım olmasa da bu kadar rengin içinden sıyrılıp hayran olmamak elde değil.





Santorini'de Aşık Olmak



















Ansızın karşıma çıkan bir cennet. Hiç gitmemiş olmam hikayenin gerçekliğini kırabilir. Ancak http://www.flickr.com/photos/chelseaf/4036849176 adresinden ulaşabileceğiniz Santorini fotoğrafları resmen aklını alıyor insanın. Tüm dokularıyla bir ülkeyi keşfetmek için onun içlerine inmeyi öğrenmiştim bir zamanlar. Turistik gezilerde paket programa hiçbir zaman dahil olmamak, bir yere gittiğinde küçük kasabalarını, adalarını, dükkanlarını merak etmek, içini dışına çıkarmak bu düşünceden kaynaklanıyor olsa gerek.






Eylül'de hafif kırılan güneş ışıklarının mat yansıması gerçekten fotoğraf çekmek için inanılmaz bir set hazırlıyor. Albümün kalanına http://www.flickr.com/photos/chelseaf/4036849176 adresinden ulaşabilirsiniz.

Sıcak Saatler
























              

Hava inanılmaz tatlı bu aralar, 'karar' denir ya öyle. Ne üstüne bir fazlalık gerekiyor ne sıcaktan bunalıp atmak istiyorsun herşeyi. Yine de sıcak kış çayları ve kahvelerine hazırlık yapmak gerekmez mi? Kalın-ince çizgili, puantiyeli , mavi beyaz bu seri favorim tabii ki.



Mix and match bikiniler gibi bu sezon kıyafetler iyice karıştı. Çay takımları ve kupalar da buna ayak uydurdular. Türk kahvesi bardakları eskisi gibi takımı tamamlamıyor. Keza espresso bardakları. Nescafe ve filtre kahve kupaları 'herkesin kendi rengini seçtiği' özgür faza geçtiler.



Klasik çay bardaklarının rengi değişmese de envai çeşit tabak ve çay kaşığı ile beraber onlar da palette yerlerini aldılar. Herkesin içini ısıtmak için yüzlerce alternatifi olacak bu kış.

14 Eylül 2010 Salı

Fairy Tales


























Çocukluğun engel tanımayan hayal dünyası, büyüyünce biraz tökezlese de umuda hep yol arkadaşlığı yapıyor.

Slow Food



Çok uzun sohbetleri barındıran mütevazi bir kahvaltıydı. Bana ne kadar şanslı olduğumu hatırlatan yegane anılar arasındaydı.

Minority Report





















Şartlar herkes için farklı, doğduğumuz yer, gördüğümüz değer, ailemizin eğitim seviyesi, maddi durumu. Hiçbirşeyi biz seçmiyoruz. Bu nedenle bazılarımız şanslı bazılarımız şanssız doğuyor. Sadece ekonomik durum değil şansı belirleyen. Sahip olduğun değerleri özümseyip birşeyler üretmez üstüne sürekli tüketirsen, eğitim göremeyip terörün hakim olduğu bir bölgede doğan ve yegane oyuncağı toprak olan çocuklardan çok daha aşağılardan olur yerin.

12 Eylül Pazar günü araf ve azınlık duygusu yaşadım. Çünkü hem arada kaldığın için iki tarafı da gözlemleyebiliyorsun hem de çok az olduğunu görüp temelde bir etkin olmadığını hissedip karamsarlaşıyorsun. Tatiline gidip, vurdumduymaz bir şekilde yaşayan üşengeç taraf ve anayasa değişikliğindeki en ufak bir maddeyle bile kendini özdeşleştirip senelerdir ezildiğini vurgulayan ve büyük resme bakmayan diğer taraf. Belki radikal değişiklikler olmayacak abartıldığı şekilde, belki döngüsel tabloda olduğu gibi kendi soyunun sonunu getirecek kimi canlılar, darbeleri, düşüncenin kısırlaştırılmaya çalışıldığı dönemi kaçırdık süt limana doğduk diye böyle geliyor belki de her değişiklik, her karar. Ama 12  Eylül 2010'u yazın bir kenara - http://limonludondurma.wordpress.com/2010/09/13/12-eylul-2010-yazin-bir-kenara/

Resimler medenice oy verdiğimiz Karşıyaka Evlendirme Daire'sinden.


"CULLUM"nist

Fiziksel olarak sonbahara geçiş yapmanın bedeli ağır oldu. İlk olarak haftasonu Çeşme'de yağmur damlalarıyla başladı ayrılık, sonra seçimlerde.. Basketbol'daki rekorlar bile dindiremedi bu hüznü. Tatilin herşeyi iyi güzel de sonlarında insan başka bir uğraşa doğru kafayı çevirmezse duygu bombardımanına engel olamıyor. Uzaktan bakanlar okyanusun diğer ucuna gidiyorum da bu acılı satırları yazıyorum sanabilir. Hayır 45 dk. uzaklıktayım.

Yeni haftaya Jamie Cullum (Rihanna - Please Don't Stop The Music) cover'ı ile başlıyoruz.

http://www.creamandwhite.tumblr.com/ tatil resimleriyle devam ediyor...

7 Eylül 2010 Salı

Tek Kelimeyle HAYIR


















            Bütün maddeleri zincir gibi birbirine bağlayıp anayasayı değiştirmeye çalışmak çok ince işlenmiş bir oluşumun son noktası aslında. Gözümüzle görmeden inanmazdık eskiden bazı şeylere. Şimdi ne televizyondan izleyebiliyoruz ne de gazetelerde okuyabiliyoruz.

En sevdiğim filmlerden biri olan Emir Kusturica'nın yönetmenliğini yaptığı (1995) yapımı Underground'ta II. Dünya Savaşı sırasında halk yer altındaki sığınaklara yerleştirilir. Savaş sona ermesine rağmen çakal bir karaborsacı bunu yer altındakilere haber vermez. Yer altında yapılan silahları satarak çok zengin olur. İnsanlar evlenip, çocuk doğurup, silah üretiminde çalışıp güneş yüzü görmeden hayatlarını sürdürürler.

Ne yazık ki karnı doyduğu, işleri iyi gittiği ya da keyfini sürdüğü sürece kimse harekete geçemiyor. Korku, acizlik hiç bu kadar doldurmamıştı Türk halkını. Azalmaya yüz tutan aydınların, Atatürkçülerin çözümlediği bir tablo var, duyarlı halkın bas bas bağırdığı. Ama bir yandan diğerleri damardan çevrelerken ülkeyi çok pasif kalıyoruz.

Bu tatil resmiyle yola çıkan ama resmin arkasındakileri simgeleyen bir yazı aslında. Doğru, tatilimi Çeşme'de en sevdiklerimle yapacağım, HAYIR oyumu kullanmak için Pazar sabahı İzmir'de sandık başında olacağım.

Zülfü Livaneli'nin 16 Kasım 2005'te kaleme aldığı öngörü yazısı ise çok kısa ve güzel bir özeti şu an bulunduğumuz durumun. Okumanızı tavsiye ederim.

http://www.herturlu.net/forum/forum_posts.asp?TID=3156

6 Eylül 2010 Pazartesi

Dancing Barefoot



















U2 kulaklarımda
"Here I go and I don't know why
I spin so ceaselessly
Could it be he's taking over me
I'm dancing barefoot
Headed for a spin
Some strange music drags me in " diyor.

İstanbul sallanmaya çok yatkın bu gece. Gündem fazlasıyla yoğun. Dün akşam Fransa'yı ezip geçerek çeyrek final biletini aldığımızdan mı, evet-HAYIR diye dolaşan seçim arabalarından mı, U2 telaşında, pazartesi sendromunun trafik bunalımından mı bilemiyorum. Sadece Eylül'ün ilk pazarı kalkıp heyecanla perdeleri açtığımda gök delinircesine yağan yağmur bile yeter herşeyi anlatmaya. Yazı kafamda bitirmemişken kimse soğutamaz havayı. Telefonun ucunda bir ses 'şu an denize giriyoruz, hava daha da güzelleşti dediğinde' içim bu kadar burkulamaz.

Bu yüzden bayramı, yazı, Çeşme'yi kapatana kadar i'm dancing barefoot. Ve gözlemci güvercin ile beraber 2 gün sonra yollardayız.

3 Eylül 2010 Cuma

Miss Tanpınar






















                    Bu rüya gibi bahçeyi görünce 9 yaşında şair olacağım diye şiirler yazmaya başlayıp annemlere okumam aklıma geldi. Abimin edebiyat kitabından tesadüf eseri bulduğum bir şiir değiştirmişti hayatımı. Hemen bir bölümünü bir kağıda yazıp verdim anneme. Gözleri büyüdü, inanamadı, babama okuttu. O zamanlar sözlükle gezdiğim için kelimeleri bulup çıkarma ihtimalim vardı ama böyle bir şiiri gerçekten yetenekli bile olsam o yaşta yazabileceğimi sanmıyorum. Akşamına gerçekler ortaya çıktığında çoktan ezberime yerleşmişti Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bu şiiri, 14 senedir de hep canlı kaldı.


"...Ben zamanı gördüm, içimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak, yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm, kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm, şimşek gibi bir anın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimdiden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize, misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi, dal budak saldığı sular,
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın,
Benim uykum boyunca..."

Şampiyonların Kahvaltısı

























            
Su böreği, açma, sucuk, salam peşinde koşan biri değilim. 'En güzel öğün kahvaltıdır' diye güne erken başlar, her tadı ayrıştırır, abartısız yaparım her kahvaltımı.

Bu kısa karakter analizinin ardından annemin akdeniz baharatı karışımı, halka kırmızı biberli omleti, tuzlu&tatlı loru, portakal&çilek reçeli arasına atarım kendimi tabii ki gevrek eşliğinde.

Güzelce paketlenip Izmir-İstanbul turlarını sık yapan bu kahvaltıdır belki ters kalkılan günlerin bile yönünü değiştiren. 'Şampiyonların Kahvaltısı'!

1 Eylül 2010 Çarşamba

Takım Ruhu, Geldiysen Evet De !!!


Dünya Basket Şampiyonası Türkiye'de! Bu tarihi olayın bir parçası olmamak olmaz, diye düşünüp
dün akşam İzmir Halkapınar Spor Salonu 'na gittik. Fransa- Kanada maçını önce izledik. Sessiz sedasız, tatsız tuzsuz, iddiasız heyecansız bir maçtı. Amaa, maçın sonuna doğru kapılardan rengarenk insanlar girmeye başladı. Üzerlerinde sarı, yeşil, kırmızı formaları, perukları, bayrakları, davulları, yüzlerinde boyaları.... Fransa maçı bittiğinde neşeleri, enerjileri, heyecanları ve hırslarıyla doldurdu Litvanya taraftarları sahayı. Rakipleri İspanya'ydı, şansları çok azdı, ama bir mucize gerçekleşti! O güçlü enerjileriyle galibiyete ittiler adeta takımlarını. Aynı bizim taraftarlarımızın Ankara'da Yunanistan karşısında yaptığı gibi. Arkasına güzel, güçlü rüzgarları aldı mı insan ruhu, bir başka kanatlanıyor. Bu her konuda herkese örnek olmalı bence ...

"FALL"ing

















                          1 Eylül 2010. 20 derece,yağmur, rüzgar. Taşınma, ayrılma, mevsim bitişi, hayat rutini, beklenmedik gelişmeler, büyümek, dostları yurtdışına yollamak, sevdiklerimizi karşılamak, mücadele, belirsizlik, ısınan deniz suyundan faydalanma ihtiyacı, bayram-seçim karmaşası, yollar yollar. Bünye bir noktada iflas ediyor. İstiklal Cadde'sinde uyanıp, elindeki kuklayı oynatarak hayatı sorgulayan tiyatrocu adamın  yerindesin bir akşam önce, sonra kocasının yanında eşya gibi taşınan kadının, ne istediğini bilmeyen, önünü görmeyen, temelsiz binalar üzerine hayatını kondurmakta olan çocukları görüyorsun, c'est la vie diyen yüzeyselleri, ve yazın bittiğini.

Ben şarkıdaki gibi "her bahar aşık" olmam ama her sonbahar başlangıcında hüzün dolarım. Sonra Sezen Aksu devam eder,

"Oyuncak bebekleri sevmedim çok
Evcilik oynamayı
Alkışı sevdim
Bıçak sırtlarında dolaşmayı
Tehlikeli sularda seyredip pupa yelken
Geçici emniyetlere ulaşmayı

Kadınları, erkekleri, romanları
Hele başkaldıranları..."

FIBA, Şeker Bayramı, Referandum ve sınırsız yolculuklarla, dolu dolu Eylül