20 Ocak 2011 Perşembe

The Black Swan


Natalie Portman Golden Globe'u aldıktan 1 gün sonra izleyebildim ancak Black Swan'i. Çok az replik, çok fazla oyunculuk. Sizi içine çeken depresif bir hava hakim filme. İçindeki korkusuz,acımasız Black Swan'i bulmaya çalışan bir beyaz kuğunun hikayesi. Requiem for a Dream, The Wolverine, The Fountain'ın yönetmeni Darren Aronofsky'dan daha renkli, neşeli bir film beklemiyorduk zaten. Ama Oscar'ın en büyük adaylarından biri olacağı kesin hala Leon'da küt saçlı haliyle aklımda yer eden bu kızın. İyi bir eleştirmen değilim, merak eşiğini yükseltip Black Swan'i izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

29 YIL

Hani tamamlamak istiyoruz ya herşeyi 10'lu sayılara, bazı şeyler için zaman geçmesin olduğu gibi kalsın istersiniz. İyisiyle kötüsüyle zamanı geçiren değil, birbirini dolduran, tamamlayan, her an her şekilde destekleyen çok farklı ama dünyaya bakışı açısından aynı olan iki insanın 29 yılı doldu geçen pazar. Hep örnek aldığım, 'umarım ben de bu kadar şanslı olurum' dediğim çift, annem ve babam, 29 yıllık evliliklerini kutladılar, ansızın çıkıp gelen kızlarıyla beraber (:

Bir Gemici Türküsü

BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ
 
Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
                           düşmüş dalgalara.
Işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
          rüzgâr gibi
                      su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
Bu türkü
    diyor ki,
«Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
                      gıcırtısıyla düşmanın
                                          dişlerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..»
Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük
                    ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
                                       rüzgâr
                                              ve su...»
Başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
          rüzgâr gibi,
                      su gibi bir türkü..


(Nazım Hikmet RAN)

Hepimiz ...

Hrant Dink'i andık dün, ama hangi yüzle bilemiyorum. Daha uzun bir kuyrukta beklerken araya kaynayan insana bile ses çıkaramayan toplum, neye tepki gösteririz? Hadi oturduğumuz yerden yani internet üzerinden bir tıkla her başkaldırıya katıldığımızı düşünelim gerçekten inanıyor muyuz bunların sonuca ulaşacağına? Biz stat açılışları, Hizbullah'ın serbest bırakılması ve soru işareti yaratan takipsizliği diye kafamızı çevirmişken sola, diğer tarafta teker teker geçiyor bütün yasalar, karşısında olduğumuz bütün görüşler, ülkeyi geriye sürükleyen, ağlarla örülmüş beyinlerin küçük dünyaları...
Savunduğumuz hangi şeyi sonuna kadar takip ederek bizim için olumlu olan sonuca ulaştırdık. Başında katılıp sonra günlük hayatımıza devam etmedik mi? Bugün "hepimiz" ne oluruz,kim oluruz bilmiyorum. Sadece 'farkında olmak' yetmiyor işte..

10 Ocak 2011 Pazartesi

Marjon Hoogervorst


Eigen Huis en Interieur, Elle Wonen, Elle Decoration, VT Wonen, Ariadne at Home gibi dergilerde çalışmış olan  Hollandalı fotoğraf sanatçısı Marjon Hoogervorst'ün blog'unu ziyaret etmenizi tavsiye ediyorum.

Bahamas Asla Uyumaz


The Style Files'ta Cote Maison'un çektiği bu fotoğrafları görünce içimde Şişli'de ofisin camından dışarı bakma dürtüsü uyandı. Hadi renkleri, ışığı, mimari zevki yüksek binaları geçtim ve beklentileri baya düşürdüm, bir tane mi ağaç görünmez karşıya baktığında. Tek yeşillik mezarlıktı, ben de oraya baktım bir teselli uğruna.





Kışın Altın Rengi


Aralık - Ocak aylarında ağırlıklı olarak herşey şampanya şişesi renginde. Altın yaldızlar masaları, kıyafetleri süslüyor ve en en en uzak olduğu dolaba bile ulaşıyor. Bu yüzden her hafta ayrı bir kutlama havasında. Gündüzlerin kısalığından faydalanıp parıldamak isteyenler için..

Mutluluğun Resmi


Aynı Abidin Dino'nun Mutluluğun Resmi'nde olduğu gibi:

Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir.
Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder.
Aşağı çekersin omuzların titrer.
Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku
uyumayı başarır… 
(Can Dündar)

Coming Home


Cuma günü evime doğru yola çıkmadan önce;

"It’s a funny thing coming home. Nothing changes. Everything looks the same, feels the same, even smells the same. You realize what’s changed, is you." (The Curious Case of Benjamin Button)

Dear 2011

SemiLuna


Derinde bir yerlerde hep kış bahçesi, kameriye, balkonu katlanan camla kapatma düşüncesi. Işığın bol olduğu, insanın içini açan, çay saatlerinin vazgeçilmez mekanını yaratmak. Sarı,gri,turkuaz,yeşil, beyaz kombinasyonlu bu (neredeyse) yarım ay hiç de fena bir fikir değil. Hele eve sığınıp yağmuru,karı seyretmeyi sevdiğimiz bu kış aylarında..

Benim Moleskine'im

Geçen sene Barcelona seyahatinde bir arkadaşım gösterdi ilk olarak Moleskine'in gezi defterini. İçinde öyle bir organizasyon var ki kendi deneyimleriniz ve araştırmalarınızdan oluşan ve ileride tekrar gittiğinizde size rehberlik yapacak bir defter oluşturabiliyorsunuz. İçindeki küçük haritadan gittiğiniz yerleri işaretleyip, cafe ve restoranlarda yedikleriniz, müze/metro kartlarınızı, uçak biletlerinizi içine zımbalayarak bir günce oluşturabiliyorsunuz. Geç olsa da bu sene gezi defterlerinden Roma'yı alarak hemen hemen tüm öneri ve deneyimlerimi doldurdum içine.

Sonra abimde not defterini gördüm ve en sevdiğim nokta kullanışlı ve ince olmasıydı. İçimden "keşke ben de alsam" diye geçirirken ufak bir yılbaşı hediyesi şeklinde masama geldi. 2011 Ajandası o yılında tüm inişleri ve çıkışlarını barındıran bir anı defteri olmaya hazır.

Reklamcı ruhum kabardı bugün. Ama itiraf etmeliyim ki üzerine yazı yazılacak bir şeyse bir yararı dokunmuştur kesin (:

7 Ocak 2011 Cuma

Sand In My Shoes

Arabamda hala yaz saatinin geçerli olmasından belli oluyor mudur bazı şeylerden kopamadığım. Nereye gidersem bir önce bulunduğum yerden birşeyler götürüyorum. Benjamin Button filminin unutamadığım quote'larından biri karşıma çıktı bu sabah. Pek alakalı değilse de değişen şeyleri hatırlattı.

"It’s a funny thing coming home. Nothing changes. Everything looks the same, feels the same, even smells the same. You realize what’s changed, is you."

The Time They Are A Changing'in Bob Dylan'dan dinlerken bitişler, yeni başlangıçlarla açıldı yeni yıl..



How I Met Your Mother yeni sezon kaldığı yerden devam ediyor. Bu sene bitecek olması hüzünlü olsa da flashback'lerle hayatta düşünmeden kurduğumuz cümlelerin, bazı anlık hareketlerimizin bizi gelecekte olumlu/olumsuz nasıl etkilediğinden ve o "shift" dediğimiz geçişi yarattığından bahseden 20 dk.'lık dizi tüm karakterleriyle alıp götürüyor insanı. Arkadaşlıkları, evlilikleri, kariyer sürecinde yapılan hataları, hayatımızdaki gerçekleri ve yalanları gözler önüne seriyor. "Kids, this is the story of How I Met Your Mother" dediğinde bahsettiği kadının hayatında ne kadar değerli olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü bütün dönemeçli yollar Ted'i doğru insana götürüyor.

Kopamadığım şeylerden bahsederken beni de herşey İzmir'e götürüyor. Ne kadar uzak görünse de yollar, aileyle geçirilen her vakit eskisinden daha da değerli. Doğduğun, hayatı tanıdığın şehrin sende her zaman bir etkisi oluyor. Nereye gidersen git, hayatını nerede sonlandırırsan sonlandır, o izleri taşıyorsun üzerinde. Karakterinle, zevklerinle , özlemlerinle.. O deniz mavisini istiyorsun mesela, o yemekleri, eve girdiğindeki sıcaklığı ardından gelen enfes kokuyu, sen küçükken koskocaman gelen şehrin içindeki zincirleme dostlukları, saçma gelecek ama masumiyeti; kimse ölmeyecek,kimseyle küsmeyeceğim, asla büyümeyeceğim saflığını..

Tomorrow's back to work down to sanitation ,should've run back ? before I left here
Try to Mama show her that I was happy here
Before I knew that I could get on the plane and fly away
From the road where the cars never stop going through the night
To real life where I can't watch sunset
And take my time
Take up our time

6 Ocak 2011 Perşembe

Cherish the Life We Live


Roma'nın en güzel yanı kötü bir şey yiyememek. En ucubesinden en şık restoranına kadar her yerde farklı tatlar bulmak. En kötü yanı ise kahvaltı öğünü ve sebze sıkıntısı. Yoksa şarabın, peynirin güzelini tadıp ömür boyu pizza, makarna çeşitleri ve risotto yemeye varım!



Navona'da rucola,mozzarella,pomodoro,funghi pizza yedikten sonra enerji artıyor tabiki. Via Del Corso sonunda Rinascente'nin yanındaki pasajda macchiato ve ufak tadım tiramisu uçurtma etkisi yapıyor. Gnocchi karbonhidrat deposu olduğu için uzun süren açlıkların sonunda yetişiyor. Ravioli ve formaggio,ham tabağı şaraba zevkle eşlik ediyor. Bir de yanınızda yemek kitabı yazan Patrick Süskind'in Koku kitabı için esin kaynağı olan bir anneniz varsa masaya sızma zeytinyağı ve taze fesleğen yaprakları geliyor.



Ciambelle ve kahve kahvaltının açılışı, panini ekmeğine karışık sebze, domates ya da dil peynir ve prosciutto crudo kombinasyonu çok yakışıyor.



Breezer ve çerez hem bira gibi mayhoş bir etki yaratmadan içinizi ısıtıyor hem de gelecek öğün öncesi aperatif görevi görüyor. Martini Şampanya'nın en büyük dostu ise çilek ve çikolata.. Bunun dışında Chianti D, Frascati ve Chardonnay her öğünün dostları..

Antico Caffe Greco'da macchiato ve limonlu tart en az Spagna'daki Via Delle Croce'deki Cafe Ru'nun Limonlu keki kadar güzel. Bu bahsettiğim iki mekan birbiriyle kıyaslanmaz tabii  ki. Biri Roma'nın en eski cafe'lerinden diğer ise daha çok gençliğin mekanı diyeceğimiz türden modern tasarımlı ufak bir cafe&pub.



Babington's Tea House İspanyol merdivenlerinin yanında kahve dominantlığına son vermek için hazır. Envai çeşit çay var bünyesinde ama yine de bir limonlu demleme çayın yerini tutar mı diye arabesk bir cümle kurmasam olmaz

Sonuç olarak yine bir İtalya dönüşü akılda en çok kalan yiyecekler oldu.

5 Ocak 2011 Çarşamba

We Are Golden


Bu şehrin ışıkları içinde olduğunda öylesine kaplıyor ki her yanını kendini o altın dönemin bir parçası hissediyorsun. Bilmem kaçıncı gidişim Roma'ya, bu sefer en sevdiğim insanlarla beraber 2011'in ilk saatlerini yaşayarak geçti, o kadar çok fotoğraf var ki elimde zihnim bunları kaybetmemen için bana telkin de bulunuyor. Annemin kocaman gülümsemesi, babamın binbir çeşit mimikleri, Deniz'in ışık oyunlarıyla değişen ifadesi.. Küçük film makinasından annemle babamın düğününü nasıl pür dikkat izlediğimi hatırlıyorum. Nasıldılar ben tanımadan önce, hareketleri konuşmaları o yaştaki davranışlar nasıl hep ilgimi çekerdi. Abimi gözlemledikçe ve aynaya baktıkça ikisinden de binlerce kare gördüm, aslında yine bunlar değildi yazacaklarım..



Yeni Yıl nasıl başlarsan öyle geçmez ama ne hoştur ki birşeylere inandığımız sürece yaşıyoruz bu hayatı. Bazıları Tanrıya, bazıları ailesine, bazıları sevdiklerine, bazıları kendine inanıyor. Rituellerin en güzeli de tasarlanmamışları oluyor sonunda. Aynen şampanyayı çantaya atıp meydanın köşesine geçmek, top seslerini duyarken, ansızın patlayan havai fişeklere bakarken zamanın hızlı çekime almak gibi.




Çok mutlu bir çocukluğum oldu, çok büyük ve güzel bir ailem ve en değerlilerden ikisini kaybetmemize rağmen hayatını devam ettiğini gördüm yılın son gününde.. Gençliklerinden hiçbirşey yitirmeyen ailemi görünce, yeni gelen yılların daha da güzel olacağına inandım

2 Ocak 2011 Pazar

Una Notte a Roma...


İnsan sadece 24 saatliğine , bir gece kalmak için Roma'ya gider mi? Gidermiş, pek de iyi olurmuş.
Her ne kadar dışarıdan bakıldığında mantıksız, fazlaca maceracı, hele büyüklerin hiç yapmayacağı birşey gibi görünsede , yeni yıla enerjiyle başlamanın bir seçeneğiymiş.
Teşekkürler Pınarcım, bizi ikna ettiğin, teşvik ettiğin, Roma da güzel bir organizasyon yaptığın için.
Yanımda sen oldukça yüz yaşıma gelsemde beynimin bir yerlerinde 18 yaş ruhu kırıntıları kalacak,
eminim...